Ülkemizde su kirliliğine etki eden unsurlar;
1. Sanayileşme,
2. Şehirleşme,
3. Nüfus artışı,
4.Zirai mücadele ilaçları (Pestisid) ve kimyasal gübreler
olarak gruplandırılabilir.
Gerçekte sanayinin çevre üzerindeki olumsuz rolü belki diğer
tüm faktörlerden çok daha fazladır. Ülkemizde özellikle sanayi kuruluşlarının
sıvı atıkları ile su kirliliğine ve dolaylı olarak yine su kirliliğine bağlı,
toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere neden olduğu ve hızlı bir
şekilde çevrenin tahribine yol açtığı bilinmektedir.
Ayrıca sanayileşme hareketleri ile şehirlere göç olayı da
başlamış ve bu durum yine hızlı ve düzensiz kentleşmeye sebep olmuştur.
Ülkemizde su kirliliğine etki eden unsurlar; sanayileşme, kentleşme, nüfus
artışı, zirai mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler olarak gruplandırılabilir.
Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazladır.
Sanayi kuruluşlarının sıvı atıkları ile su kirliliğine ve dolaylı olarak da
yine su kirliliğine bağlı, toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere
neden olduğu ve doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir.Ayrıca sanayileşme
hareketleri ile kente göç olayı da başlamış ve bu durum yine hızlı ve düzensiz
yapılaşmaya sebep olmaktadır.
Zirai mücadele için
kullanılan ilaçlamalarda havadaki ilaç zerrelerinin rüzgarla sulara taşınması
veya pestisid üretimi yapan fabrika atıklarının durgun veya akarsulara
boşaltılması sonucunda su kaynaklarımız pestisidlerle kirlenmektedir. Diğer
yandan, kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zaman içinde
toprağı çoraklaştırmakta ve yine doğal çevrim ile gerek su kirlenmesi ve
gerekse diğer etkileri ile olumsuzluklar yaratmaktadır. Alıcı ortamlara göre su
kirliliği dörde ayrılır.
1)
DENİZ KİRLİLİĞİ VE KAYNAKLARI
Deniz kirlenmesi; deniz ekosistemine zarar veren, insan
sağlığını bozan, balıkçılık da dahil olmak üzere, denizlerdeki faaliyetleri
engelleyen, denizin kullanım kalitesini etkileyen ve değerini azaltan madde
veya enerjinin insanlar tarafından deniz ortamına doğrudan veya dolaylı olarak
bırakılması olarak tanımlanabilir.
Denizlerimizde canlı yaşamının sayıca ve türce giderek
azalması, kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıklardan kaynaklanan deniz
kirliliğinin artması kıyısal yapılaşmanın büyümesi ve aşırı avlanmanın önemli
sonucudur. Çeşitli yollardan meydana gelen deniz kirliliği, doğal kaynakların
sürdürülebilirliği ve insanların geleceği bakımından büyük önem arz etmektedir.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, tüm dünyada olduğu
gibi, deniz kirliliği ve kıyılar ile ilgili sorunlar ayrı bir onem
taşımaktadır. Sanayi, deniz taşımacılığı, şehirleşme, turizm ve atıkların
boşaltılamsınınyanısıra oluşan deniz kazaları ile de her geçen gün denizlerimiz
daha hızlı kirlenmeye başlamıştır.
Denizlerin kullanım alanlarında birisi, kirlilik veren
deşarjlar için bir alıcı ortam olarak kullanılmasıdır. Bu kirlilik deniz
kıyısındaki yerleşim yerleri ve endüstrilerden doğrudan verilebildiği gibi
akarsular, yağmur suları ve havakirliliği ile de daha uzak bölgelere taşıma yoluyla
verilebilir. Bunun yanında endüstriyel olarak petrol ve petrol türevlerinin
yaygın bir şekilde üretilip kullanılması, kullanım sonucu yapılan deşarjlar,
deniz taşıması ve kazalar denizlerin kirlenmesinde önemli rol oynar.
Deniz kirliliği, insan tarafından doğrudan veya dolaylı
olarak deniz çevresine bırakılan madde (atıklar dahil) ve enerji anlamına
gelmektedir. Denizdeki biyolojik hayatın verimliliği ve sürekliliği suda
oksijen ve ısı miktarı ile su ısısına bağlıdır. Bu üç fiziki kısmı belirleyen
en kritik kısım ise yüzeyin ilk milimetreleridir. Bu bölgenin önemini şu
şekilde açıklayabiliriz.
Suda oksijenin büyük çoğunluğu direkt olarak atmosferden
gelir. Atmosferdeki oksijen miktarının sudan daha fazla olması nedeni ile yavaş
yavaş atmosferdeki oksijen deniz suyu içinde çözülür ve akıntılar sayesinde
denizin farklı derinliklerine dağılır. Bu atmosfer ile deniz arasındaki oksijen
değişimi ise deniz yüzeyinde gerçekleşir. Sudaki besin zincirinin en alt
tabakası olan zooplanktonlar ve phitoplanktonlar fotosentez ile beslenir.
Fotosentez için en gerekli öğelerden birisi ise güneş ışığıdır. Denize giren
güneş ışığının önüne ne kadar az bariyer çıkarsa, güneş ışığı daha derine
inebilir. Yani deniz yüzeyi ne kadar berrak ve temiz ise güneş ışığı da o kadar
derin bölgeye ulaşabilir.
Deniz suyu sıcaklığı da eko-denge açısından çok önemli bir
unsurdur. Deniz suyu ısısını hem güneş ışığından hem de atmosferden alır.
Atmosferle temas eden deniz yüzeyi atmosferin ısısını emer. Bu ısı alışverişinin
miktarı ise deniz yüzeyinin ilk milimetrelerindeki temizliğe bağlıdır.
Denizlerdeki kirlenme en yoğun deniz yüzeyinde görülür. Yukarıda açıklanan
nedenlerle bu bölgede görülen aşırı kirlenme denizlerin soğuma kapasitesini
zayıflatmakta, hava ve güneş ile temas etmeyen denizde eko-denge bozulmaktadır.
Böylece denizlerin gelecekteki potansiyeli yitirilmektedir.
Bunların sonucu; yaşam kaynakları zarar görmekte, insan sağlığı tehdit
edilmekte, balıkçılık gibi deniz faaliyetleri etkilenmekte, kullanılan deniz
suyunun kalitesi bozulmakta ve deniz canlı türleri azalmaktadır.
Denizlerde Meydana Gelen Kirlilik
1-Deniz kıyıları boyunca kurulmuş bulunan yerleşim
merkezleri ve sanayi tesislerinden,
2-Hava yolu araçlarından,
3-Denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından,
4-Gemi ve deniz araçlarından meydana gelmektedir.
Gemilerden meydana gelen kirlenmeler;
a-Kazadan kaynaklanan kirlenmeler,
b-Kasıtlı veya bilgizice yapılan kirlenmeler olarak iki ana
grupta incelenebilir.
2)
AKARSU KİRLİLİĞİ
Doğal hayatının devamını sağlayan ana unsurlardan biri olan
su, doğal kaynakların en önemlilerinden birisidir. Suyun kalitesinin ve
ortamında doğal dengesinin bozulması su kirliliği olarak kabul edilmektedir.
Ülkemizin bir çok bölgesinde akarsular bulunmaktadır.
Şehirleşmenin ve sanayileşmenin artması sonucu oluşan çevre kirliliği
akarsularıda etkilemektedir.
Sanayiden ve şehirleşmeden kaynaklı atıksuların arıtılmadan
akarsu ve derelere verilmesi sonucu bu su kaynaklarında kirlenme hat safaya
ulaşmıştır.
Ülkemizde bulunana aksular "Kirli" ve "Çok
Kirlenmiş" olarak tanımlanmaktadır. Bu akarsularda doğal dengenin dışında
gelişen aşırı kirlenme sular tarafından elimine edilmemektedir. Bu kirlenmeler,
denize ulaşan akarsularla denizlere taşınmaktadır.
Sağlıklı bir akarsuda ekolojik denge bulunmaktadır. Bu
ekolojik denge dış ortamdan herhangi bir etki olmadığı sürece doğal olaylar
vasıtası ile varlığıı sürdürmektedir.
Dış ortmadan kaynaklı evsel ve endüstriyel atıksularla
kirlenme bu dengenin değişmesine neden olmaktadır. Bu atıksulardan kaynaklı
kirlenme ne kadar yoğun ise akarsuyun özelliğinin değişmesi veya yok olması o
kadar hızlı olacaktır. Akarsuya verilen kirleticilerin seyreltilmesi, akarsuyun
taşınımı üzerinde sonuç açısından oldukça önemlidir.
Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne göre kıtaiçi yüzeysel su
kategorisine giren akarsular 4 ana sınıfa ayrılmıştır. Buna göre; Sınıf I :
Yüksek kaliteli su, Sınıf II : Az kirlenmiş su, Sınıf III : Kirli su, Sınıf IV
: Çok kirlenmiş su.
Yukarıda belirtilen kalite sınıflarına karşılık gelen
suların, aşağıdaki su ihtiyaçları için uygun olduğu kabul edilir.
Sınıf I: Yüksek Kaliteli Su
a. Yalnız dezenfeksiyon ile içme suyu temini. b.
Rekreasyonel amaçlar (yüzme gibi vücut teması gerektirenler dahil), c. Yalnız
dezenfeksiyon ile içme suyu temini, d. Alabalık üretimi, e. Hayvan üretimi ve
çiftlik ihtiyacı, f. Diğer amaçlar.
Sınıf II: Az Kirlenmiş Su
a. İleri veya uygun bir arıtma ile içme suyu temini, b.
Rekreasyonel amaçlar, c. Alabalık dışında balık üretimi, d. Teknik Usuller
Tebliği’nde verilecek olan sulama suyu kalite sınırlarını sağlamak şartıyla
sulama suyu olarak, e. Sınıf I dışındaki diğer bütün kullanımlar.
Sınıf III: Kirlenmiş Su
Gıda, tekstil gibi kaliteli su gerektiren endüstriler hariç
olmak üzere uygun arıtmadan sonra endüstriyel su temininde kullanılır.
Sınıf IV: Çok Kirlenmiş Su
Yukarıda I, II ve III sınıfları için verilen kalite
parametreleri bakımından daha düşük kalitedeki yüzeysel suları ifade eder.
3)
YERALTI SUYU KİRLİLİĞİ
Yeraltı suyunun kirlenmesi ve derecesinin ülkeden ülkeye ve
yerel olarak önemli değişiklikler gösterebilmesine karşılık, kirlenmenin temel
nedenlerini büyük başlıklar altında toplamak mümkündür. Yeraltı suyunun
kirlenmesinin en belirgin nedeni kentsel ve endüstriyel atıkların çevreye
verildikten sonra iklim durumuna, toprağın yapısına ve zamana bağlı olarak
yeraltı suyuna taşınır. Yeraltı sularının kirlenmesinin diğer önemli
nedenlerinden birisi de tarım ilaçları ve gübrelerin bilinçsiz kullanımı ile
evsel atıkların doğrudan toprağa verilmesidir.
Ülkemizde en önemli yeraltı suyu kirlenme nedenlerinden
biri, evsel atıkların doğrudan toprağa verilmesidir. Deterjan gibi parçalanmaya
karşı dayanıklı bileşikler yeraltı suyuna ulaşarak içme suyu açısından sorun
yaratabilmektedir.
Gerçekten de ülkemizde bazı yeraltı suyu örneklerinde önemli
miktarlarda deterjan bileşikleri bulunmuştur. Yeraltı suyu kalitesinde
bozulmaya yol açan tarımsal faaliyetler ise pestisit ve gübre kullanımı ile
hayvan atıklarının atılmasıdır.
SKK’ye göre yeraltı sularının kalite sınıfları aşağıda
verilmiştir.
Sınıf YAS I : Yüksek kaliteli yeraltı suları
Sınıf YAS II : Orta kaliteli yeraltı suları
Sınıf YAS III : Düşük kaliteli yeraltı suları
Sınıf YAS I: Yüksek Kaliteli Yeraltı Suları
Sınıf Yas I sular, içme suyunda ve gıda sanayinde
kullanılabilen yeraltı sularıdır. Bu sınıfa giren yeraltı suları diğer her
türlü kullanma amacına uygundur.
Sınıf YAS II:
Orta Kaliteli Yeraltı Suları Sınıf Yas II sular, bir arıtma
işleminden sonra içme suyu olarak kullanılabilecek sulardır. Bu sular tarımsal
su ve hayvan sulama suyu veya sanayide soğutma suyu olarak herhangi bir arıtma
işlemine gerek duyulmadan kullanılabilir.
Sınıf YAS III :
Düşük Kaliteli Yeraltı Suları
Yeraltı suyu kalitesi toprak kirliliği ve hava kirliliği
etmenlerine doğrudan bağlıdır, su kalitesi, hava kalitesi ve toprak kalitesi
sürekliliği olan etkileşim içindedir.
Sınıf Yas III sular, yukarıda verilen kalite
parametrelerinden daha kötü özellik taşıyan sulardır. Bu suların kullanım yeri,
ekonomik, teknolojik ve sağlık açısından sağlanabilecek arıtma derecesiyle
belirlenir.
4)
GÖL KİRLİLİĞİ
Bir gölün anaerobik hale geçmesinde, gölün asimilasyon
kapasitesinin önemi çok büyüktür. İkincil kirlenme adı da verilen ötrofikasyon
ise, göllerde fosforca zengin olan evsel atıksular, tarımsal drenaj suları ve
bazı endüstriyel atıksuların gölde beslenmeyi artırarak fotosentezle aşırı alg
üremesine ve organik madde miktarının artmasına neden olmasından dolayı
birtakım kimyasal değişiklikler meydana gelir.
Sudaki azot ve fosfor konsantrasyonlarına göre göller 3
sınıfa ayrılır. Azot ve fosfor konsantrasyonlarının belirli sınırların üzerine
çıkması sonucunda hızlandığı göllere “ötrofik”, fosfor ve azot
konsantrasyonlarının ve üretimin düşük olduğu göllere “oligotrofik”, bu iki
sınır durum arasındaki göllere ise “mezotrofik” adı verilir.
Çeşitli amaçlarla kullanılan göl, gölet ve baraj
rezervuarlarının kalite özellikleri ve sınıflandırılması SKKY’nin “Kıtaiçi
Yüzeysel Suların Sınıflandırılması” konusunda açıklanan şekilde Tablo: IV.2.1
gereğince yapılır. Yine SKKY’ne göre “ Göl Sularına Ait Alıcı Ortam Standartları”
ile ilgili Tablo: IV.2.2’de, göl, gölet ve baraj rezervuarlarının en önemli
tehdit unsuru olan ötrofikasyon olayının kontrolü için azot ve fosfor
sınıflandırılması getirilmektedir. Göl kirliliği ile ilgili olarak ölçüm ve
tespit çalışmaları tamamlanmış olup bu konu ile ilgili olarak çeşitli projeler
yürütülmektedir.
Yüzeysel sular içinde kirlenmeye karşı en hassas olan ortam
gölledir. Özellikle dışa akışı olmayan göllerin havzasından toplanarak, gerek
akarsular ve gerekse yüzey akışıyla gelen her türlü çözünmüş ve askıda maddeler
gölde birikmeye başlar. Göle giren suların antropojen etkilerle kirlenmiş
olması, su kalitesinin giderek bozulmasına sebep olur.
Göle giren kirleticiler, ağır metaller, güç parçalanabilen
pestisidler gibi, bozunmayan tipte ise, bu kirleticiler gölde giderek artan
yoğunlaşmalar meydana getirir. Askıdaki maddeler, göl tabanına çökerek
birikirler ve gölün dolmasına sebep olurlar. Kolay parçalanabilen organik
maddeler, gölün kendi kendini temizleme kapasitesi ile zararsız hale getirilirler.
(Yani göller normal şartlarda organik kirliliği yok edebilirler) ancak, gölün
doğal arıtma kapasitesini aşan organik yükler, göldeki oksijenin tüketilmesine
ve gölün, anaerobik (oksijensiz) duruma dönüşmesine sebep olur.